DEN HAAG - Türkiye’nin Kürtlere yönelik taktiğin Sri Lanka’nın Tamil Kaplanları’na uyguladığı taktiğin aynısı olduğunu söyleyen Eski Sierra Leone Özel Mahkemesi Başkanı avukat Geoffrey Robertson, “Sri Lanka hükümeti işlediği suçları Tamil Kaplanları’na yükledi. Ama bu onu kurtarmayacak çünkü savaş suçları nedeniyle davalar açılmaya başlandı. Türkiye de aynısını yapıyor, Suriye’deki savaş bittiğinde belki Türkiye ile ilgili bir mahkeme kurulabilir” dedi.
MAF-DAD, Nuhanovic Vakfı, Savaş Suçları Karşıtı Ağı, War Reparations Centre ve Amsterdam Üniversitesi’nin Hollanda’nın Den Haag (Lahaye) kentinde “Türkiye’nin Güneydoğu’sunda İnsanlığa Karşı Suçlar ve Savaş Suçları 2015-2016 ve Mağdurların Adalete Erişimi” adıyla düzenlediği uluslararası konferansın ikinci gününde “AİHM içtihatları, savaş suçları ve insanlığa karşı suçların soruşturulması” konuları ele alındı.
Bugünkü oturumlarda Uluslararası savaş suçları ve terörizm konusunda uzman Avukat Joke Callewaert, MAFDAD yöneticisi Besra Güler, hukukçu Ercan Kanar, avukat Deniz Gedik, Yugoslavya eski Uluslararası Ceza Mahkemesi Savcısı Carolyn Edgerton, Yugoslavya eski UCM savcısı Özel Lübnan Tribunalı savunma avukatı Tom Hannis, Lahey Küresel Adalet Enstitüsü’nden Dr. Jill Coster van Voorhout, Eski Sierra Leone özel mahkemesi başkanı ve aynı zamanda avukat ve akademisyen olan Geoffrey Robertson birer konuşma yaptı.
Amsterdam Üniversitesi Frederiek de Vlaming moderatörlüğünde yapılan oturumda, Cizre, Sur ve Nusaybin başta olmak üzere Kürt illerinde yaşanan sokağa çıkma yasaklarının Türkiye’nin kendi iç hukuğu ve anayasasına da aykırılık teşkil ettiğini belirten avukat Deniz Gedik, “Anayasa’nın 15. maddesine göre olağanüstü halin sıkıyönetim ve savaş halinde uygulanacağını belirtiyor. Yani bu denli bir sokağa çıkma yasasının ilan edilebilmesi için bu iki durum gerekli” dedi. ‘Terörle Mücadele’ adı altında hukukta gri alanların oluşturulduğunu kaydeden Gedik, sadece uluslararası hukuk alanında değil iç hukuk yolunda da ısrarcı olunması gerekildiğini söyledi.
‘TÜRKİYE İZİN VERMEDİ’
Daha sonra yurt dışına çıkmasına izin verilmediği için konferansa katılamayan Dr. Faik Özgür Erol’un hazırlamış olduğu metni MAFDAD yönetim kurulu üyesi avukat Mahmut Şakar okudu. Metinde sokağa çıkma yasakları süreci, bu konuda yapılan hukuki girişimler ve buna verilen resmi yanıtlara yer verilerek yaşananların yaratmış olduğu travmaya dikkat çekildi.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin son dönemlerde Türkiye ile ilgili almış olduğu kararlara dikkat çeken İHD Eşgenel Başkanı Öztürk Türkdoğan ise, özellikle sokağa çıkma yasakları döneminde AİHM’in yaşam hakkını korunması konusunda ‘sınıfta kaldığını’ belirterek, “Avrupa Konseyi’nin siyasi denetime aldığı bir ülke güvenli bir ülke değildir. Konsey Türkiye’yi siyasi denetime alıyor ama aynı konseye bağlı bir mahkeme Türkiye’ye güvenmeye devam ediyor.
‘TAZMİNAT KÜLTÜRÜ OLUŞTU’
Bir zamanlar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Kürtlerin hukuki olarak ilk başvuru merci haline geldiğini ama geçen 25 yıllık süreçte Kürt sorunun karakterinin değişmesiyle bu konuda da bazı değişikliklerin olduğunu kaydeden Avukat Mahmut Şakar ise: “Kürt meselesinin karakteri değişti. Artık uluslararası bir karaktere büründü. Türkiye Cumhuriyeti’nin bazı yaklaşımları ile AİHM’i etkin olmaktan çıkardı. Örneğin Türkiye tazminat konusunda bir sorun çıkarmadı. Türkiye “Ben ihlal yapar paramı da veririm” dedi ve buna da göz yumuldu. Türkiye mahkemeyi absorbe etti ve AİHM’i bir mahkeme olmaktan çıkardı.
Mağdurlar üzerinde maddi tazminat kültürü oluştu. Bu mantıkla da mücadele etmek gerekiyor” diye konuştu.
ERDOĞAN HAKKINDAKİ SUÇ DUYURUSU
MAFDAD üyesi Besra Güler de geçtiğimiz yıl Cizre’de yaşamını yitiren aileler, hukukçular ve aydınların Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan ve askeri ve siyasi yetkililer hakkında yaptıkları suç duyurusunun detaylarına ilişkin bilgiler verdi. Güler, Almanya yasalarına göre suçun işlendiği yere bakılmaksızın ağır insan hakları ihlallerinde veya insanlığa karşı suçlarda sorumluluğu bulunan kişilerin yargılanabileceğine dikkat çekti. Hukukçu Ercan Kanar da İttihat Terakki döneminden günümüze kadar çok sayıda katliamın işlendiği ve yaşananların cezasız kaldığını belirterek, “Yüzleşmenin yapıldığı yerlerde bir iki suç işlenmiş ama Türkiye’de İttihat Terakki’den bu yana sosyal ve kültürel alanda çok sayıda soykırım yapıldı. Çünkü bir yüzleşme yapılmadı. İnsanlığa karşı suç kültürel ve siyasi soykırımla yapılıyor. Belediyelere atanan kayyumlarla kültürel soykırım yapılıyor. Anıtların ortadan kaldırılması, tabelaların kaldırılması heykellerin yıkılması, bölgenin demografik yapısının değiştirilmesi kültürel bir soykırımdır. Siyasi soykırımda suni delillerle açılan davalar ve tutuklanmalar ile devam ediyor” dedi. Daha önce kurulmuş olan Uluslararası Ceza Mahkemeleri ile AİHM’de görülen bazı davalara atıfta bulunan Kanar, “İspanya’da, Netanyahu hakkında dava açıldı ve tutuklama kararı çıkarıldı. Bunun gibi birçok örnek var. İnsanlığa karşı suça bulaşanlar bir gün muhakkak yargılanacaktır ve bu kişiler insanların vicdanlarında da mahkûm olacaktır” dedi.
Türkiye’de yaşam hakkına yönelik ihlallerin Avrupa’dan gelen silahlarla yapıldığına dikkat çeken Kanar, İttihat Terakki’den günümüze kadar Türkiye’de yaşanan ihlaller, katliamlar ve soykırım uygulamaları ile ilgili bir çalışma başlattıklarını söyledi.
BELÇİKA’DAKİ PKK DAVASI
Belçika’da görülen ‘PKK davası’ avukatlarından ve aynı zamanda uluslararası suç, insanlığa karşı suçlar konusunda uzman Avukat Joke Callewaert, Belçika’da yürütülen soruşturmanın Türkiye’deki siyasi süreçle paralel gittiğine dikkat çekerek, Türkiye’de operasyonlar başlayınca Belçika, Hollanda ve diğer Avrupa ülkelerinde de paralel biçimde bazı yargılamalara gidildiğini söyledi. PKK ile devlet arasında görüşmelerin yapıldığı 2010-2015 yılında Belçika’da da davanın bir şekilde dondurulduğunu ama 2015 yılında tekrar aktifleştirildiğine vurgu yapan Callewaert, “2015 yılında Erdoğan Belçika’ya geldiği gün bir açıklama yaptı ve ‘terörizme ile mücadele edeceğiz’ dedi. Bu şunu gösteriyor; bir siyasi yargılamaydı ve siyasi nedenlerle açılmıştı. Yargılanan kişiler Belçika’da yaptıkları hiçbir şeyden dolayı yargılanmıyor. Belçika’daki dava ‘terörle mücadele yasasına göre’ yapılıyor ama Belçika’nın kendi yasalarına göre bu konunun bu yasa üzerinden yargılama konusu yapılamaz. Çatışma hukukun uygulanması gerekiyor. Belçika bunu uygulayamıyor” dedi.
DELİRLLERİN TOPLANMASI ÖNEMLİ BİR SÜREÇ
Konferansın öğleden sonraki oturumlarında ise ‘Savaş suçları ile insanlığa karşı suçlar’ konusu ele alındı. Küresel Adalet Enstitüsü’inden Uluslararası suçlar, İnsanlığa karşı suçlar konusunda uzman olan Jill Coster van Voorhout delillerin toplanması konusunda dikkat edilmesi gereken hususlara değindi. Voorhout, sadece suçu ortaya çıkaran elementler yani deliller değil aynı zamanda bu delillerin kime bağlandığı yani bunu suçu işleyen kişiler ile olan ilişkisine de dikkat edilmesi gerektiğini söyledi.
‘BELEDİYELERE KAYYUM YARGILAMA KONUSUDUR’
Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi Savcısı Carolyn Edgerton, yargılama sürecine giden süreçte delileri nasıl topladıklarını ne tür engellerle karşılaştıklarını anlattı. Devletlerin yargılanmasının kolay olmadığını ama imkânsız olmadığını söyleyen Edgerton, “Cizre Belediye başkanı Leyla (İmret) Hanım anlattı. Merkezi hükümet yetkilerine el koymuş. Belediye hizmetleri insanların günlük hayat ile ilgili çalışmalar anlamına gelir. Belediyelerin insanların elinden alınması insanların bu hizmetlerin elinden alınması demek. İnsan hakları bakımından ilginç bir boyuttur. Buna karşı mahkemelere başvurabilirsiniz. İnsanların demokratik yöntemlerle seçilmiş veya kurulmuş kurumların elinden alınması çok önemli bir konudur ve yargılama konusudur” dedi.
‘EMİR KOMUTA ZİNCİRİ AÇIĞA ÇIKARMALI’
Tom Hannis, devlet denilen önemli bir örgütün başındaki kişilerin yargılanmasını sağlamanın çok önemli olduğunu belirterek, “Bu kişilerin yargılanmasını sağlamak için özellikle işlenen suçların emir komuta zinciri içerisinde yapıldığı gösterebilmek ve en alt halkasından üst halkasına kadar gidecek bir süreçte delillerin toplanılmasını sağlamak gerekiyor. Bir uyuşturucu satıcısına dava açmak kolay ama burada bir devlet başkanı, askeri yetkililer var. Mesele sadece emirleri uygulayanlar değil verenlere de ulaşmak bunun için de uygulayanlarda başlamak gerekebilir” şeklinde konuştu.
‘TÜRKİYE SRİ LANKA’YI TAKLİT EDİYOR’
Geoffrey Robertson ise konuşmasına “Adalet olmadan barış olmaz adalet için de reklam yani kamuoyu gerekli” diyerek başladı. Kendisinin daha önce Türkiye’nin güneydoğusunda yaşananlardan haberi olmadığını belirten Robertson, “Türkiye’nin taktiği Sri Lankalılar tarafından da kullanılan bir taktik. Basın ülkeden atıldı, insan hakları örgütlerinin çalışmaları engellendi. Aynı durum BM oradan kaçanlarla konuştu ve bir tablo ortaya çıkardı. Sri Lanka hükümeti Türkiye’nin PKK ile ilgili dediği gibi işlenen bütün suçları Tamil Kaplanları’na yükledi. Ama şu anda savaş suçlarından Sri Lanka ilgili davalar açılmaya başlandı” diye konuştu.
‘İŞİD’TEN SONRA TÜRKİYE YARGILANABİLİR’
“Mesajlarınızı insan hakları örgütlerinin ötesine ulaştırmanız gerekiyor” diyen Robertson şöyle konuştu: “Sizin de devlet sorununuz var. Çok güçlü bir lider tarafından ve batı için bir devlet başkanı tarafından yürütülen bir devlet. İngilizler ve Amerikalılar arasında iyi Türkiye’nin. Erdoğan ve Türkiye batılı güçler için hala önemli bu da reel siyaseti gösteriyor. Fakat burada yaşananlar dünyada görülmüyor bilinmiyor. Bunu sağlamanız gerekiyor. Sri Lanka’daki savaş suçlarından dolayı mahkemeler kurulmaya başlandı. Türkiye’de de aynısı olabilir. Suriye’deki savaş bittikten sonra Esad gittikten ve İŞİD yenildikten sonra belki Türkiye ile ilgili bir mahkeme kurulabilir”
Türkiye’nin Güneydoğusunda sivillerin toplu cezalandırılması söz konusu olduğunu kaydeden Robertson, yaşananların ülke içi bir çatışma olduğunu ve uluslararası insancıl hukukun uygulanması gerektiğini söyledi.
Konferans öneriler ve sonrası yapılacak olan çalışmaların planlanması üzerine yapılan tartışmalarla son buldu.